Aklına düşen başına geldi.
Genç ve zeki bir roman yazarı olan Calvin, el daktilosunda yeni romanını yazmaya başlar. Ruby adını verdiği hayallerindeki kızın öyküsünü yazacaktır. Ertesi gün evinin kapısında Ruby’i görünce gözlerine inanamaz. Hayali bir karakter olarak yarattığı Ruby, ete kemiğe bürünmüş, gerçek bir insan olarak karşısına gelmiştir.
O andan itibaren ikisi arasında çok güzel bir ilişki başlar. Üstelik Calvin açısından herşey o kadar mükemmeldir ki, ilişkide işler yolunda gitmediği anlarda yapması gereken tek şey, daktilosunu alıp kağıda birşeyler yazmaktan ibarettir. Nasıl bir sevgili istediğini yazınca Ruby’nin davranışları o yönde değişmektedir.
İki dalda Oscar kazanan ve son zaman kültleri arasında sayılan Little Miss Sunshine / Küçük Günışığım’ın yönetmenleri Jonathan Dayton ve Valerie Faris’i yeniden yönetmen koltuğunda izleyeceğimiz filmin senaryosu, aynı zamanda başrolde oynayan ve rol arkadaşı Paul Dano (Kan Dökülecek ile Bafta Ödülü kazanan) ile gerçek hayatta da sevgili olan Zoe Kazan’a ait. Müzikleri ile de dikkat çeken filmin müziklerini ise Devotchka’nın solisti Nick Urata besteledi.
Film Eleştirisi: Hayalimdeki Aşk
Yaratma sıkıntısı çeken yazarlar sinemaya ilk kez konu olmuyor. Büyük başarı elde etmiş ilk kitabının ardından beklentilerin altında ezildiği için tıkananlar da öyle… Çeşitli Woody Allen filmlerini, Charlie Kaufman senaryolarını, yakın tarihli Lütfen Beni Öldürme (Stranger Than Fiction)’ı, hatta Californication gibi bir televizyon dizisini bile bu konuya farklı yaklaşımlar olarak sayabiliriz. (Seneye vizyona çıkacak olan Spike Jonze imzalı Her adlı filmi de şimdiden bu listeye ekleyebiliriz.) Bu kez genç bir oyuncu olan Zoe Kazan’ın yazdığı ve başrollerinden birinde oynadığı Hayalimdeki Aşk (Ruby Sparks) ile o sulara giriyor ve biraz da karanlık diplerine dalıyoruz.
Film bizi genç kuşağın yetenekli (ve bu yazara göre bir o kadar da sevimsiz) aktörü Paul Dano tarafından canlandırılan Calvin Weir-Fields adlı yazarın zihnine sokuyor. Çok genç yaşta yazdığı ve büyük başarı elde edip modern Amerikan edebiyatının klasikleri arasında sayılır hale gelmiş romanından sonra ne yapacağını şaşırmış aslında Calvin. Arada öykülerini yayınlamış ama herkes yıllardır ondan yeni bir roman, hatta yeni bir başyapıt bekliyor.
Çevresindekiler tarafından sürekli dahi olarak nitelenen ama bu tanımlamadan hoşlanmıyormuş gibi davranan Calvin, belki çoğu sanatçı gibi, aslında devasa bir ego ve şöhret hazımsızlığından muzdarip. Terapistinin tavsiyesi üzerine hayalinde canlandırdığı Ruby Sparks adlı kadın karakter, onun hem yazma problemini çözmesine yarıyor, hem de hastalıklı egosunu yavaş yavaş su yüzüne çıkarıyor. Aslında bu egoyu sadece sanatçı kimliğine bağlamak haksızlık oldu biraz. Çünkü bu entelektüel adamın içinden de biraz kazıyınca bildiğimiz bencil erkek egosu fışkırıyor.
Mesele şudur ki, Calvin’in yazdıkça aşık olmaya başladığı hayali karakteri Ruby bir anda gerçek oluveriyor, bedene bürünüyor ve onun evine yerleşiyor. Tabii Calvin’in ilk tepkisi “Deliriyorum galiba!” şeklinde. Fakat Ruby’nin sadece bir hayal olmadığını, çevresindeki herkesin onu görebildiğini ve bu kızı yazdığı kelimelerle kendisinin var ettiğini idrak edince, Calvin’in özgüveni tavan yapıyor tabii.
Önce kendisi için yarattığı mükemmel kadının keyfini sürüyor. Ancak kendi hayatı içine hapsettiği, tamamen ona bağımlı ama kurmaca bir yaratı bile olsa özgür iradeye sahip olan Ruby zamanla ondan bunalmaya, uzaklaşmaya başlıyor. Yarattığı, can verdiği insanın kendisinden uzaklaşmasına tahammül edemeyen Calvin içinse kayışlar kopuyor. Yaralı sanatçı egosunun peşi sıra; içindeki hastalıklı, kadını kendine ait bir eşya olarak görmeye meyilli, ilkel erkek de zincirlerinden kopup yüzeye fırlıyor.
Çok zengin açılımlar sunan bu konuyu, Zoe Kazan’ın senaryosu, öncelikle kadın-erkek ilişkileri üzerinden ele almayı tercih ediyor. Ancak metin din ve sanatsal yaratı süreci gibi çeşitli başlıklar üzerine fikir egzersizi çıkarmaya o kadar müsait ki, kıssadan hangi hisseleri çıkaracağınız artık size kalıyor. Ayrıca sinemanın (genel olarak sanatın) sağladığı, ille rasyonel bir gerçekliğe saplanıp kalmadan kendi dünyasını yaratma fırsatını da sonuna kadar, keyfini çıkara çıkara kullanıyor film.
Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine) gibi son derece popüler olmuş, Oscar ödülü bile kazanmış bir bağımsız sinema hitinden sonra, karı koca yönetmenler Jonathan Dayton ile Valerie Faris çok daha riskli bir projeye el atmışlar. Uzaktan göründüğünden çok daha sivri, sert bir proje olan ama bunu olabildiğince ana akım sinema kalıpları içinde gerçekleştiren Hayalimdeki Aşk’ın gişede başarısız olması şaşırtıcı değil. Ancak zeki ve provokatif senaryosuyla gerçekten şaşırtıcı derecede iyi bir film.
Son olarak, buradan kadın seyirciye seslenmek istiyorum. Hayatınızı kontrol etmeye çalışan, dahası erkek olmanın ona bu hakkı doğuştan verdiğine inanan sevgililerinizi, “Hayatım, çok güzel bir romantik komedi girmiş vizyona” diye kandırıp bu filme götürmenizi tavsiye ederim. Belki biraz akılları başlarına gelir.
Hayalimdeki Aşk – Ruby Sparks
Yönetmenler: Jonathan Dayton, Valerie Faris
Oyuncular: Paul Dano, Zoe Kazan, Annette Bening, Antonio Banderas, Chris Messina, Alia Shawkat, Toni Trucks, Jane Anne Thomas
Senaryo: Zoe Kazan
Prodüksiyon Tasarımı: Judy Becker
Görüntü Yönetmeni: Matthew Libatique
Kurgu: Pamela Martin
Kostüm Tasarımı: Nancy Steiner
Müzik: Nick Urata
Türkiye Dağıtımı: Tiglon Film
Gösterim Tarihi: 2 Kasım 2012
İzleyici ve Box Office: 15.493 izleyici – 154.397 TL
Hits: 17